Av. Zekiye Kuşgöz | EVLİLİK BİRLİĞİNİN TEMELİNDEN SARSILMASI (ŞİDDETLİ GEÇİMSİZLİK) NEDENİYLE BOŞANMA DAVASI
Av. Zekiye Kuşgöz, 1989 yılında Ankara’da dünyaya gelmiştir. İlk, orta ve lise öğrenimini Ankara’da tamamladıktan sonra 2013 yılında Atılım Üniversitesi Hukuk Fakültesinden mezun olmuştur.
16837
post-template-default,single,single-post,postid-16837,single-format-standard,ajax_fade,page_not_loaded,,qode-theme-ver-10.1.1,wpb-js-composer js-comp-ver-5.0.1,vc_responsive
 

EVLİLİK BİRLİĞİNİN TEMELİNDEN SARSILMASI (ŞİDDETLİ GEÇİMSİZLİK) NEDENİYLE BOŞANMA DAVASI

EVLİLİK BİRLİĞİNİN TEMELİNDEN SARSILMASI (ŞİDDETLİ GEÇİMSİZLİK) NEDENİYLE BOŞANMA DAVASI

YARGITAY KARARLARI

Şiddetli Geçimsizlik Nedeniyle Çekişmeli Boşanma Davasında Eşit Kusur

Davalı-karşı davacı kadının, eşine ve eşinin annesine hakaret ettiği, eşinin annesine saldırdığı, köyde eşi ile birlikte yaşamaktan kaçındığı, davacı-karşı davalı erkeğin ise eşine karşı fiziksel şiddet uyguladığı ve eşine hakaret ettiği, boşanmaya sebep olan olaylarda tarafların eşit kusurlu oldukları kabul edilmelidir (Yargıtay 2. Hukuk Dairesi – Karar : 2017/3612).

Eşe Hakaret Etmek ve Küçük Düşürmek Daha Fazla Kusurluluk Anlamına Gelir

Mahkemece, taraflar eşit kusurlu kabul edilerek boşanma kararı verilmiş ise de; yapılan yargılama ve toplanan delillerden, davalı-karşı davacı kadının evlilik birliğinden kaynaklanan görevlerini yerine getirmediği, davacı-karşı davalı erkeğin ise, eşine hakaret ve küfür ettiği, arkadaşlarının yanında eşini küçük düşürdüğü anlaşılmaktadır. Bu kusur durumuna göre, evlilik birliğinin sarsılmasına neden olan olaylarda, davacı-karşı davalı erkeğin daha fazla kusurlu olduğunun kabulü gerekir. Hal böyle iken, tarafların eşit kusurlu kabul edilmesi ve bu hatalı kusur belirlemesine bağlı olarak davalı-karşı davacı kadının maddi ve manevi tazminat (TMK m.174/1-2) isteklerinin reddedilmesi doğru olmamış ve bozmayı gerektirmiştir (Yargıtay 2. Hukuk Dairesi – Karar : 2017/3618).

Kusurlu Eşin Daha Önce Affedilmesi Halinde Çekişmeli Boşanma Davası

Türk Medeni Kanununun 166/1-2 maddesi uyarınca boşanma kararı verilebilmesi için; evlilik birliğinin ortak hayatı sürdürmeleri eşlerden beklenemeyecek derecede temelinden sarsıldığının sabit olması gerekir. Oysa; dinlenen davalı-karşı davacı tanık beyanlarının bir kısmı, daha önce meydana gelen olaylardan sonra tarafların aynı evde birlikte yaşamaya devam ettikleri, bu halde önceki yaşanan olaylardan dolayı eşlerin birbirlerini affettiklerini veya en azından hoşgörüyle karşıladıklarını, bir kısım beyanlarında ise Türk Medeni Kanunun 166/1 maddesinde yer alan temelinden sarsılma durumunu kabule elverişli olmayan, sebep ve saiki açıklanmayan ve inandırıcı olmaktan uzak izahlardan ibarettir. Bu husus nazara alınmadan davalı-karşı davacı kadının davasının kabulü ile boşanma kararı verilmesi doğru bulunmamıştır (Yargıtay 2.HD – Karar : 2017/3085).

Mahkemece; taraflar eşit kusurlu kabul edilerek her iki boşanma davasının kabulü ile tarafların boşanmalarına karar verilmiş ise de; yapılan yargılama ve toplanan delillerden, davalı-davacı kadına mahkemece kusur olarak yüklenen fiziksel şiddet girişiminden sonra tarafların evlilik birliğini sürdürüp birlikte yaşamaya devam ettikleri, bu nedenle davacı-davalı erkeğin, eşinin bu kusurlu davranışını affettiği, en azından hoşgörüyle karşıladığı, bu olayın davalı-davacı kadına kusur olarak yüklenemeyeceği, ayrıca mahkemenin kabul ettiği kusurlu davranışların yanı sıra davacı-davalı erkeğin eşine küfür ettiği de anlaşılmaktadır. Gerçekleşen bu durum karşısında davacı-davalı erkeğin boşanmaya sebep olan olaylarda daha ziyade kusurlu olduğunun kabulü gerekir. Bu durumda erkeğin davası yönünden Türk Medeni Kanununun 166/2. maddesi koşulları oluşmuştur. Erkeğin boşanma davasının kabulüne karar verilmiş olması açıklanan sebeplerle sonucu itibariyle doğru olup, davalı-davacı kadının bu yöne ilişkin temyiz itirazları yerinde görülmemiştir (Yargıtay 2. Hukuk Dairesi – Karar : 2017/3313).

Şiddetli Geçimsizlik Nedeniyle Boşanma Davasında Kusur (Konut Temini, Evden Kovma)

Mahkemece doğum sonrası psikolojisi bozulan davalı – karşı davacının kendini hayattan tümüyle soyutladığı, müşterek çocuk ile ilgilenemediği, tedavi için hastaneye yatmayı kabul etmediği, yaşanan bu olaylar nedeniyle tarafların ayrı yaşamaya başladıkları taraflar arasındaki geçimsizliğe konu olaylar sebebiyle evlilik birliğini sürdürmeleri kendilerinden beklenmeyecek derecede temelinden sarsıldığı, boşanmaya sebebiyet veren olaylarda davalı – karşı davacının ağır kusurlu olduğu gerekçesi ile asıl davanın kabulüne, davalı karşı davacının boşanma davasının reddine karar verilmiştir. Somut olayda dinlenen tanık beyanları ve toplanan delillerden davalı – karşı davacı kadının hastalığı nedeni ile tedavi için hastaneye yatmayı kabul etmeyip tedaviden kaçındığı, buna karşılık davacı – karşı davalı erkeğin evlilik birliğinde manevi anlamda bağımsız bir konut temin etmeyip davalı – karşı davacı kadını müşterek evden göndermek istediği ve çıkan tartışmada kadının ailesini çağırıp kızlarını almalarını istediği, tarafların bu şekilde ayrıldıkları anlaşılmıştır. Gerçekleşen bu durum karşısında evlilik birliğinin sarsılmasına neden olan olaylarda davacı karşı davalı erkek ağır kusurlu, davalı – karşı davacı kadın ise az kusurludur. Hal böyleyken mahkemece kadının ağır kusurlu olduğu kabul edilip, bu hatalı kusur belirlemesine bağlı olarak davalı – karşı davacının davasının reddi doğru görülmemiştir (Yargıtay Hukuk Genel Kurulu – Karar : 2017/1084).

Çekişmeli Boşanma Davasında Maddi ve Manevi Tazminat

Yerel mahkemece davacı birleşen dosya davalısı …’in evlilik birliği devam ederken bir başka kadınla ilişki kurduğu, hatta onunla birlikte yaşayarak sadakat yükümlülüğünü ihlal ettiği, davalı kadına şiddet uyguladığı, aynı şekilde davalı birleşen dosya davacısı E..’in de evlilik birliği sona ermeden başka erkeklerle birlikte olduğu, bu haliyle boşanmaya yol açan olaylarda her iki tarafın eşit kusurlu olduğu gerekçesiyle tarafların boşanmalarına, …’in velayetinin babaya, ……’in velayetinin anneye verilmesine, …n için anne lehine 200-TL tedbir ve iştirak nafakasına, kadının maddi ve manevi tazminat taleplerinin reddine, kadın lehine TMK’nın 175. maddesi gereğince 300-TL tedbir ve yoksulluk nafakasına hükmedilmesine karar verilmiştir. Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık, somut olayda evlilik birliğinin sarsılmasına neden olan davranışlar bakımından davacı – davalı erkeğin ağır kusurlu olup olmadığı, burada varılacak sonuca göre davalı – davacı kadın yararına maddi ve manevi tazminata (TMK 174/1-2 m.) hükmedilmesi gerekip gerekmediği noktasındadır. Türk Medeni Kanunu uyarınca maddi ve manevi tazminat talepleri boşanmanın eşlerle ilgili mali sonuçlarından biridir.

Anılan Kanunun 174. maddesinin 1. fıkrası uyarınca, mevcut veya beklenen bir menfaati boşanma yüzünden haleldar olan kusursuz ya da daha az kusurlu tarafın, kusurlu taraftan uygun bir maddi tazminat isteyebileceği belirtilmiş; 2. fıkrasında ise boşanmaya sebep olan olaylar yüzünden kişilik hakkı saldırıya uğrayan tarafın kusurlu olan diğer taraftan manevi tazminat olarak uygun bir para isteyebileceği öngörülmüştür. Maddenin anlatımından görüldüğü üzere maddi tazminat istenebilmesi, tazminat isteyenin kusursuz veya daha az kusurlu olması, tazminat istenenin kusurlu olması yanında bir zararın ile nedensellik bağı ve hukuka aykırılık unsurlarının gerçekleşmesine bağlıdır. Buna göre, mevcut veya beklenen menfaatleri boşanma yüzünden zedelenmiş olan eş kusursuz veya az kusurlu ise maddi tazminata hükmedilebilir.

Somut olayda dinlenen taraf tanıklarının beyanları, dosya içerisine ibraz edilen ceza dosyaları ile diğer bilgi ve belgeler değerlendirildiğinde; davacı – davalı erkeğin sadakat yükümlülüğüne aykırı davrandığı, eşine fiziksel şiddet uyguladığı, hakaret ettiği ve bu nedenle ceza aldığı, buna karşılık davalı – davacı kadının da sadakat yükümlüğüne aykırı davranışlar sergilediği anlaşılmıştır. Gerçekleşen bu durum karşısında tarafların eşit kusurlu olduğunun kabul edilmesi mümkün değildir.

Hal böyle olunca uyuşmazlığa konu davada davacı – davalı erkeğin ağır kusurlu olduğu dikkate alınarak davalı kadının maddi ve manevi tazminat (TMK m. 174/1-2) taleplerinin kabulüne karar verilmesi gerekirken reddi doğru görülmemiştir (Yargıtay Hukuk Genel Kurulu – Karar : 2017/1093).

Çekişmeli Boşanma Davasında Eşit Kusur Halinde Maddi ve Manevi Tazminat

Yerel mahkemece davacının, davalı kadın eş için müstakil konut sağlamadığı, davalıyı ilk eşinden olan çocukları ile yaşamak zorunda bıraktığı buna karşılık davalının da davacının ilk eşinden olan çocuklarına karşı kötü davrandığı, çocuklar ile babalarının arasını açtığı, yemek yemelerini kısıtladığı, davacı ve çocuklarının da kadın eşi eve almadığı, bu durumda evlilik birliğinin sarsılmasında her iki tarafın da kusurlu olduğunu ancak davalıya müstakil konut temin etmeyen ve davalıyı müşterek konuta almayan davacının kusurunun daha ağır olduğu gerekçesiyle tarafların boşanmalarına, davalı kadın lehine TMK’nın 174/1. maddesi gereğince 10.000,00 TL maddi tazminata, TMK’nın 169. maddesi uyarınca 150,00 TL tedbir, 175. maddesi uyarınca 200,00 TL yoksulluk nafakasına hükmedilmesine karar verilmiştir.

Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık, evlilik birliğinin sarsılmasına neden olan olaylarda tarafların eşit kusurlu olup olmadığı, burada varılacak sonuca göre davalı kadın yararına maddi tazminata (TMK m. 174/1) hükmedilmesi gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır. Somut olayda, dinlenen taraf tanıklarının beyanları değerlendirildiğinde; tarafların davacı eşin ilk evliliğinden olma üç çocuğu ile birlikte yaşadıkları, davalı kadının çocukları babalarına kötülemek, müşterek evde bulunan yemek malzemelerini onlardan saklamak suretiyle çocuklara kötü davrandığı, davacı eşin ise davalı kadını çocukları ile yaşamak zorunda bıraktığı, en son davacının oğlunun davalı kadını evden kovduğu ve tarafların bu şekilde ayrıldıkları anlaşılmıştır. Gerçekleşen bu durum karşısında evlilik birliğinin temelinden sarsılmasında tarafların birinin kusurunu diğerinden baskın kabul etmek mümkün değildir. Hal böyle olunca uyuşmazlığa konu davada tarafların eşit kusurlu olduğu dikkate alınarak davalı kadının maddi tazminat (TMK m. 174/1) talebinin reddine karar verilmesi gerekirken kabulü doğru görülmemiştir (Yargıtay Hukuk Genel Kurulu – Karar : 2017/1094).

Anlaşmalı Boşanma Davasının Çekişmeli Boşanma Davasına Dönüşmesi

Anlaşmalı boşanma yönünde oluşan karar kesinleşinceye kadar eşlerin bu yöndeki diğer bir ifadeyle gerek boşanmanın mali sonuçları, gerekse çocukların durumu hususunda kabul edilen düzenlemeleri kapsayan irade beyanından dönmesini engelleyici yasal bir hüküm bulunmamaktadır. Türk Medeni Kanununun 166/3. maddesi gereğince boşanmalarına karar verilse dahi davacının anlaşmalı boşanma hükmünü gerçekleşen anlaşmaya rağmen temyiz etmesi davadan açıkça feragat etmedikçe anlaşmalı boşanma yönündeki iradesinden rücu niteliğinde olup, bu halde anlaşmalı boşanma davasının “çekişmeli boşanma” (TMK m. 166/1-2) olarak görülmesi gerekir. Açıklanan sebeple mahkemece taraflara iddia ve savunmalarının dayanağı bütün vakıaların sıra numarası altında açık özetlerini içeren beyan ile iddia ve savunmanın dayanağı olarak ileri sürülen her bir vakıanın ispatını sağlayacak delillerini sunmak ve dilekçelerin karşılıklı verilmesini sağlamak üzere süre verilip ön inceleme yapılarak tahkikata geçildikten sonra usulüne uygun şekilde gösterilen deliller toplanarak gerçekleşecek sonucu uyarınca karar verilmek üzere hükmün bozulmasına karar vermek gerekmiştir (Yargıtay 2. Hukuk Dairesi – Karar : 2017/5101).

Evlilik Birliğinin Temelinden Sarsılması Nedeniyle Çekişmeli Boşanma Davasında Tam Kusur

Davalı kadından kaynaklanan boşanmayı gerektiren kusurlu bir davranış tespit edilememiştir. Türk Medeni Kanununun 166. maddesinde “evlilik birliği, ortak hayatı sürdürmeleri kendilerinden beklenmeyecek derecede temelinden sarsılmış olursa, eşlerin her birinin boşanma davası açabileceği” hükme bağlanmıştır.

Bu hükmü, tamamen kusurlu eşin de dava açabileceği ve yararına boşanma hükmü elde edebileceği biçiminde yorumlamak ve değerlendirmek doğru değildir. Çünkü böyle bir düşünce, kimsenin kendi eylemine ve tamamen kendi kusuruna dayanarak bir hak elde edemeyeceği yönündeki temel hukuk ilkesine aykırı düşer. Diğer taraftan gene böyle bir düşünce tek taraflı irade ile sistemimize aykırı bir boşanma olgusunu ortaya çıkarır. Boşanmayı elde etmek isteyen kişi karşı tarafın hiçbir eylem ve davranışı söz konusu olmadan, evlilik birliğini, devamı beklenmeyecek derecede temelinden sarsar, sonra da mademki birlik artık sarsılmış diyerek boşanma doğrultusunda hüküm kurulmasını talep edebilir.

Öyle ise Türk Medeni Kanununun 166. maddesine göre boşanmayı isteyebilmek için tamamen kusursuz ya da az kusurlu olmaya gerek olmayıp, daha fazla kusurlu bulunan tarafın dahi dava hakkı bulunmakla beraber, boşanmaya karar verilebilmesi için davalının az da olsa kusurunun varlığı ve bunun belirlenmesi kaçınılmazdır. Az kusurlu eş boşanmaya karşı çıkarsa bu halin tespiti dahi tek başına boşanma kararı verilebilmesi için yeterli olamaz. Az kusurlu eşin karşı çıkması hakkın kötüye kullanılması niteliğinde olmalı, eş ve çocuklar için korunmaya değer bir yararın kalmadığı anlaşılmalıdır (TMK m. 166/2). Mevcut olaylara göre evlilik birliğinin, devamı eşlerden beklenmeyecek derecede, temelinden sarsıldığı kuşkusuzdur. Ne var ki, bu sonuca ulaşılması tamamen davacının tutum ve davranışlarından kaynaklanmış olup, davalıya atfı mümkün hiçbir kusur gerçekleşmemiştir. Bu durumda açıklanan nedenle isteğin reddi gerekirken, yasa hükümlerinin yorumunda yanılgıya düşülerek boşanmaya karar verilmesi usul ve kanuna aykırıdır (Yargıtay 2. Hukuk Dairesi – Karar : 2017/4033).

Şiddetli Geçimsizlik Nedeniyle Boşanma Davası Esnasında Eşin Ölümü

Davacı erkek tarafından açılan Türk Medeni Kanununun 166/1. maddesine dayalı boşanma davası devam ederken davalı asil 29.12.2014 tarihinde vefat etmiş, davaya mirasçıları tarafından devam edilmiş, mahkemece, davalı mirasçılarının müdahillik taleplerinin kabulüne, boşanma yönünden karar verilmesine yer olmadığına ve Türk Medeni Kanununun 182/2. maddesinin yollaması ile aynı maddenin 1. fıkrası uyarınca davacının davalının mirasçısı olamayacağının tespitine karar verilmiştir.

Evlilik birliği ölümle sona erdiğinde, mirasçılar Türk Medeni Kanununun 181/2. maddesi uyarınca kusur belirlemesine yönelik olarak davaya devam edilebileceğine göre, mahkemece davalının kusurlu olup olmadığı yönünde bir tespit yapılması gerekirken, yazılı olduğu şekliyle davacının davalının yasal mirasçısı olmadığının tespitine karar verilmesi bozmayı gerektirmiştir (Yargıtay 2. Hukuk Dairesi – Karar : 2017/2959).

İlk Boşanma Davasının Reddi Halinde Davalının Kusursuz Olduğunun Tespiti

Mahkemece taraflar eşit kusurlu kabul edilerek davacı kadının tazminat taleplerinin reddine karar verilmiştir. Yapılan yargılama ve toplanan delillerden; davalı erkeğin, davacı kadına karşı Aile Mahkemesi’nin 2011/83 esas, ve 2012/1089 karar sayılı dosyasıyla Türk Medeni Kanununun 166/1 maddesi uyarınca boşanma davası açtığı, davanın “davalı erkeğin, davacı kadına fiziksel ve psikolojik şiddet uyguladığı gerekçesiyle tam kusurlu olması” nedeniyle reddedildiği, kararın 25/12/2012 tarihinde kesinleştiği ve tarafların bu davadan sonra bir araya gelmedikleri anlaşılmaktadır. Davacı kadın tarafından açılan bu davaya kadar geçen zaman içinde de davacı kadının bir kusuru ortaya konulamamıştır. Önceki boşanma davasının reddine ilişkin karar, bu davaya kadar davacı kadının boşanmayı gerektirecek bir kusurunun bulunmadığı konusunda kesin hüküm teşkil eder. Bu kesin hükmün varlığı karşısında, önceki olaylardan dolayı davacı kadın artık kusurlu sayılamaz. Gerçekleşen bu durum karşısında kusursuz davacı kadın yararına maddi ve manevi tazminata

(TMK m.174/1-2) hükmedilmesi gerekirken, hatalı kusur tespiti ile buna bağlı olarak davacı kadının tazminat taleplerinin reddi doğru görülmemiştir. (Yargıtay 2. Hukuk Dairesi – Karar : 2017/2975).

Eşinin Annesine Küfür Nedeniyle Evlilik Birliğinin Temelinden Sarsılması

Mahkemece, evlilik birliğinin sarsılmasına yol açan olaylarda davalı-karşı davacı kadının daha fazla kusurlu olduğu kabul edilerek, kadının davasının reddine, erkeğin davasının kabulüyle boşanmaya karar verilmiş ise de; mahkemece taraflara yüklenen ve gerçekleşmiş bulunan kusurlu davranışların yanında, erkeğin eşinin annesine sinkaflı küfür etmek suretiyle hakarette bulunduğu anlaşılmaktadır.

Bu halde taraflar arasında ortak hayatı temelinden sarsacak ve birliğin devamına imkan vermeyecek nitelikte bir geçimsizlik mevcut ve sabittir. Gerçekleşen olaylar karşısında davalı-karşı davacı kadın da dava açmakta haklı olup, Türk Medeni Kanununun 166. maddesi koşulları kadının davası yönünden gerçekleşmiştir. O halde, davalı-karşı davacı kadının boşanma davasının kabulüne karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde reddi doğru görülmemiştir (Yargıtay 2. Hukuk Dairesi – Karar : 2017/3949).

Cevap Dilekçesi Vermeyen Taraf Çekişmeli Boşanma Davasında Vakıa İleri Süremez

Davalı erkeğin süresi içerisinde cevap dilekçesi vermediği, davaya süresinde cevap vermemiş olan davalının, diğer tarafın kusurlu olduğuna yönelik bir vakıa ileri süremeyeceği, bu durumda davacı kadına kusur yüklenmesinin mümkün olmadığı, boşanmaya sebep veren olaylarda sadakat yükümlülüğünü ihlal eden, eşine hakaret eden, eşini aşağılayan, eşine karşı fiziksel şiddet uygulayan davalı erkeğin tamamen kusurlu olduğu kabul edilmelidir (Yargıtay 2. Hukuk Dairesi -Karar : 2017/36209.

Ortak Hayatın Yeniden Kurulamaması Nedeniyle Tazminat

Taraflar arasında görülen boşanma davasının yapılan muhakemesi neticesinde, mahkemece Türk Medeni Kanunu m.l66/son uyarınca boşanmaya karar verildiği takdirde kusur tespiti yapılamayacağı gerekçesiyle davanın kabulüne, kadının fer’i nitelikteki taleplerinin reddiyle tarafların Türk Medeni Kanununun 166/son maddesi uyarınca boşanmalarına karar verilmiştir.

Yapılan yargılama ve toplanan delillerden, taraflar arasında daha önce görülen ve erkeğin davasına dayanak teşkil eden davanın, “davacı erkeğin manevi yönden tam bağımsız ev açmadığı, ailesinin evliliğe müdahalesine sessiz kaldığı, erkeğin annesi tarafından erkeğin ilk eşinin fotoğraflarının duvara asıldığı, erkeğin buna sessiz kaldığı ve kadının ikinci çocuğuna hamileyken evden kovulduğu, ailesinin yanında doğum yapmak zorunda kaldığı“ gerekçesiyle reddedilip 16.02.2011 tarihinde kesinleştiğinin, bu tarihten sonra da mahkemenin kabulünde olduğu üzere erkeğin başkasıyla gayri resmi birliktelik yaşayarak sadakatsiz olduğunun, tarafların bir araya gelmediklerinin, fiili ayrılık döneminde davalı kadına kusur olarak yüklenebilecek bir olayın varlığının da kanıtlanamadığının anlaşılmasına göre, Türk Medeni Kanununun 166/son maddesine dayanak teşkil eden ve retle sonuçlanan ilk davayı açan ve tam kusurlu bulunarak davası reddedilen ve fiili ayrılık döneminde sadakatsiz davranışlar içinde bulunan erkeğin tamamen kusurlu olduğunun kabulü gerekmektedir. Durum böyleyken; mahkemece “Türk Medeni Kanunu m. 166/son uyarınca boşanmaya karar verildiği takdirde kusur tespiti yapılamayacağı” gerekçesiyle davalı kadının maddi ve manevi tazminat (TMK m. 174/1-2) taleplerinin reddine karar verilmesi isabetsiz olup, bozmayı gerektirmiştir (Yargıtay 2.HD – Karar:2017/2629).

Ceza Mahkemesinin Beraat Kararı Aile Mahkemesini Bağlamaz

Yapılan yargılama ve toplanan delillerden, mahkemece taraflara yüklenen kusurlu davranışlar yanında, davalı-karşı davacı kadının eşine salak, manyak, ailene söz geçiremiyorsun tarzı hakaretler ettiği, davacı- karşı davalı erkeğin de birden fazla kez fiziksel şiddet uyguladığı anlaşılmaktadır.

Mahkemece davacı-karşı davalı erkeğin ceza yargılamasına konu son şiddet olayından beraat ettiği belirtilmiş ise de, beraat kararı hukuk hakimini (aile mahkemesini) bağlayıcı değildir. O halde taraflar arasında ortak hayatı temelinden sarsacak derecede ve birliğin devamına imkân vermeyecek nitelikte bir geçimsizlik mevcut ve sabittir.

Olayların akışı karşısında davalı-karşı davacı erkek de dava açmakta haklıdır. Bu şartlar altında eşleri birlikte yaşamaya zorlamanın artık kanunen mümkün görülmemesine göre, davacı-karşı davalı erkeğin boşanma davasının da kabulü (TMK m. 166/2) ile boşanmaya karar verilecek yerde, yetersiz gerekçe ile erkeğin davasının reddi doğru bulunmamıştır (Yargıtay 2. Hukuk Dairesi – Karar : 2017/3351).

Çekişmeli Boşanma Davasında Özel ve Genel Boşanma Sebebine Birlikte Dayanılması

Kanunda düzenlenen “özel” ve “genel” boşanma sebeplerine dayalı olarak ayrı ayrı boşanma davası açılabileceği gibi; aynı boşanma davasında birden fazla hukuki sebebe dayanılarak boşanma talep edilebilir. Aynı dava ile birden fazla boşanma sebebine dayanılmış ise; hukuki sebep birden fazla olmakla birlikte, tek bir dava mevcuttur. Aynı davada dayanılan hukuki sebepler arasında bir terdit ilişkisi de mevcut değildir. Bu sebeple, dayanılan hukuki sebeplerden biri incelenmeden diğerinin incelenmemesi gibi bir durum söz konusu değildir. Birden fazla hukuki sebep gerçekleşmiş ise; bu sebeplerinin gerçekleştiği belirtilerek tek boşanma kararı oluşturulacaktır. Dayanılan hukuki sebepler ayrı davalara konu edilmediğinden tek vekalet ücretine ve yargılama giderine hükmedilecektir. Diğer yandan kanunda özel boşanma sebebi olduğu belirtilen bazı olaylar; eşlerin bazı kusurlu davranışlarının özellik gösteren hali niteliğinde olduğundan; bunlar kanunda açıklanan özellikte olmasalar bile; Türk Medeni Kanununun 166/1-2. maddesi uygulaması bakımından; genel boşanma sebebi olarak, evlilik birliğini temelinden sarsan bir kusurlu davranış niteliğinde kabul edilebilir. Türk Medeni Kanununu 161. maddesinde düzenlenen “zina” davranışı; bu özeliliği taşımaktadır. Bu nedenle eşin davranışı zina koşullarını taşımasa bile; “sadakat yükümlülüğüne aykırı davranış” ve “güven sarsıcı davranış” niteliğiyle Türk Medeni Kanununun 166/1-2. maddesi yönünden, evlilik birliğinin temelinden sarsılmasına yol açan bir kusurlu davranış olarak değerlendirilip, boşanma kararına esas alınabilir.

Somut olayda; davalı -davacı (koca), birleştirilen davasına ilişkin dava dilekçesinde, eşinin zina yaptığından söz ederek boşanmaya karar verilmesini istemiştir. Yukarıda açıklandığı gibi; davalı-davacı koca bu davasıyla, hem Türk Medeni Kanununu 161. maddesinde düzenlenen “zina” özel boşanma sebebine hem de Türk Medeni Kanununun 166/1-2. maddesindeki “evlilik birliğinin temelinden sarsılması “ sebebi olarak “genel boşanma” sebebine dayanmıştır. Davalı-davacı kocanın, davanın münhasıran Türk Medeni Kanununun 161. maddesindeki zina hukuki sebebi çerçevesinde karara bağlanmasına yönelik açık bir talebi olmadığına göre; mahkeme incelemesinin hem Türk Medeni Kanununun 161. maddesi, hem de Türk Medeni Kanununun 166/1-2. maddesi çerçevesinde yapılması gerekir. Mahkeme incelenmesini sadece Türk Medeni Kanununun 161. maddesi çerçevesinde yapmış, zinanın kanıtlanamadığı gerekçesiyle davayı reddetmiş; ancak zina olmadığını kabul ettiği kadının davranışının Türk Medeni Kanununun 166/1-2. maddesi çerçevesinde sadakat yükümlülüğüne aykırı veya güven sarsıcı bir davranış aşamasında kalmış olup olmadığı yönünden bir inceleme yapmamıştır. O halde; toplanan delilerin Türk Medeni Kanununu 166/1-2. maddesi çerçevesinde değerlendirilerek; boşanma talebi hakkında sonucuna göre karar verilmesi gerekirken; mahkemece bu yönde inceleme yapılmaması usul ve yasaya aykırı olup, bozmayı gerektirmiştir (Yargıtay 2. Hukuk Dairesi – Karar : 2013/26481).

Aile Mahkemesi Olmayan Yerlerde Boşanma Davasında Görev

Dava, boşanmaya ilişkin olup, 4721 sayılı Türk Medeni Kanununun, üçüncü kısmı hariç, ikinci kitabında yer almaktadır. Görev, kamu düzenine ilişkindir. Mahkemece yargılamanın her aşamasında kendiliğinden dikkate alınması gerekir. 4787 sayılı Aile Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yargılama Usullerine Dair Kanunun, 5133 sayılı Kanunla değişik 4. maddesi; 4721 sayılı Türk Medeni Kanununun ikinci kitabından üçüncü kısım hariç olmak üzere (TMK m. 118-395) kaynaklanan bütün davaların, aile mahkemeleri kurulan yerlerde bu mahkemelerce bakılacağını; aynı Yasanın 2. maddesi de, aile mahkemesi kurulmayan yerlerde bu kanun kapsamına giren dava ve işlerin asliye hukuk (aile) mahkemelerinde bakılacağını hükme bağlamıştır. Şu halde Aile Mahkemesi kurulmayan yerlerde Hakimler ve Savcılar Kurulunca belirlenen Asliye Hukuk Mahkemelerinde davanın Aile Mahkemesi sıfatı ile görülüp karara bağlanması gerekir (HGK 16.11.2005 tarih ve 2/673-617 sayılı kararı). Bu açıklama karşısında; davaya “Aile Mahkemesi” sıfatıyla bakılması gerekirken, bu husus düşünülmeden Asliye Hukuk Mahkemesi olarak yargılamaya devam edilip, yazılı şekilde karar verilmesi usul ve kanuna aykırıdır (Yargıtay 2. Hukuk Dairesi – Karar : 2018/9401).

4787 sayılı Aile Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yargılama Usullerine Dair Kanunun 4/1 maddesi, Türk Medeni Kanununun üçüncü kısmı hariç ikinci kitabında (TMK m. 118-395) kaynaklanan bütün davaların Aile Mahkemesinde bakılacağını, aynı yasanın geçici 1. maddesinde; Aile mahkemesi kurulan yerlerde bu mahkemeler faaliyete geçtiğinde yargı çevresi içerisinde ve görev alanına giren sonuçlanmamış dava ve işlerin, yetkili ve görevli aile mahkemesine devredileceğini hükme bağlamıştır. Mahkemenin yargı çevresi içerisinde karardan sonra, aile mahkemesi kurulmuş ve faaliyete geçmiştir. Hüküm temyiz edildiğine göre dava sonuçlanmamış haldedir. 4787 sayılı yasanın geçici 1. maddesi uyarınca davanın yargı çevresi içerisindeki görevli ve yetkili aile mahkemesine devredilmek üzere kararın bozulması gerekmiştir (Yargıtay 2. Hukuk Dairesi – Karar : 2018/8857).